Bu yazıyı okuduğunuz an seçime kaç gün kaldı bilmem ama 36 yıldır yazan ben bu yazımı yazarken seçimlere kala, kala 5 gün kalmıştı.
Ve bu yazımı yazmaya başlamadan önce ‘biraz nefes alayım’ diye dışarı çıkmaya hazırlanırken ‘bende markete geleceğim’ diyen eşimle birlikte çıktığım dışarıda cadde üzerinde rastladığım bir yaşlının çöpe atılmış olan çürük meyveleri seçtiğini görünce benimle birlikte gelen eşimi unutup hemen telefonuma sarılıp, yaşananları resimlemeye görüntülemeye ve görüntüleme başlıyordum.
Bunu yaparken pahalılıktan bir türlü yeniletemediğim arabamın lastikleri gibi tekerinin havası inmiş olan bisikleti ile geldiği marketin önünde ki ‘Komşum’ yazılı çöp kutusunda çürük meyveleri toplayan yaşlı vatandaşın kendisini fotoğraflayıp, görüntülediğimi anlayıp, ezilmemesi, daha çok üzülmemesi için çok hassas davranıyordum.
Çünkü pazara gitmeyip, çöpe gelen ve çürük meyveleri arasında en sağlamını seçmeyen çalışan seçmeni izledikçe nefes almamaya çalışırken yutkunmamaktan zorlanan boğazımın tıkandığını hissediyordum.
Ve habercilik güdüsüyle işimi bitirip, çöpte meyve seçen yaşlı yoksulun fark edip, üzülmesi için sakince geriye, satılmayı beklerken yüksek fiyatlar dolaysıyla seyirlik hale gelip, çürümek için bekleyen tezgahlarda kalan meyve reyonunu yanına geçiyordum.
Ramazan ayı içinde olduğumuz unutup, cebimdeki sigarayı çıkarıp, bir sigara yakıp, adı fakir olan kendi halime mi yoksa fakir yaşlının haline mi acısam diye düşünürken ‘haydi, çok pahalı bir şey alınmıyor ki..’ diyerek elinde ki poşeti bana gösterip, ‘Aha bunlar şu kadar tuttu’ diyen eşime bende ‘Sen yine haline şükür et diyenler gibi şükür etki bak o yaşlıya da gör’ diyordum.
Demez olaydım..
Çünkü manzarayı gören eşimde, ‘O ne ki geçen buraya geldim yine aynı market. Önün de bir çocuk annesiyle birlikte burada ağlıyordu..’ diyordu. Nedenini sorunca ağlayan çocuğunun muz istediğini ama annesinin parasının olmadığını için alamadığı ve bir muz için yalvardığı market şefi olduğunu söyleyen bir kişide onu terslediğine şahit olduğunu anlatıyordu.
Ve devam ediyordu;
‘Muz için ağlayan çocuğun annesinin ‘çocuğum anlamıyor, param yok ağlıyor. Ne olur bir muz verin’ diye yalvardığı market görevlisine kızıp, hem de 3TL.’lik olan çöpe atılmaya hazırlanan bir muz aldım, çocuğa verdim, ancak sustu.. Param olsaydı keşke daha fazla alsaydım diye üzüldüm’ diye bu anlattığıyla morali kalmayan benim yürümekten zorlandığımı anlayıp, ‘haydi niye gelmiyorsun’ diyordu..
Tam oradan ayrılıp, baskıya girmeye hazırlanan gazetemin beklediği günlük yazım için geciktim, Ardahan’ı her gün yazan Anadolu Haber Gazetemizin grafikeri muhabiri, baskıcısı Baran yine ‘Abi yazı hani’ diye beni bunaltacak deyip, hızlandığım bir esna da ‘Bak kim geliyor karşıda..’ diyen hanımın uyarısıyla yeniden kendime geliyordum.
Çünkü bir nefes almak için çıktığım dışarıda nefes alacak hal ve durum kalmamış, karşıda gelen evimin de olduğu İstanbul Kartal’ın genç Belediye Başkanı Gökhan Yüksel’di.
Yani habercinin haberlerin kendisi ayağıma kadar gelmiş, önce vatandaşın içler acısı halini ortaya koyan günün haberiyle bizzat karşılaşıyor, sonra bu yaşananlardan sorumlu olan siyasilerden biriyle karşı karşıya gelmiştim.
Başkan yardımcısıyken bir iki kez görüştüğüm, telefon rehberimde hala ‘Kartal Belediye Başkan Yardımcısı’ diye kayıtlı olan Kartal’ın genç başkanı Gökhan Yüksel’in kendisiyle birlikte bir ekiple seçimlere çok kısa bir süre kalmanın telaşıyla esnafları ayak üstü ziyaret edip, merhabalaşarak bana doğru geldiğini görüp, bende ona doğru iki adım atıp, daha merhaba demeden ‘Oooo Fakir abi nasılsın’ diyordu.
Başkanın bu hafızası karşısında şok olup, yerimde kalırken başkanın sıcak yüzü gibi elliye tuttuğu elimi bırakmadan vatandaşlarla selamlaşmaya, ‘hayırlı işler..’ demeye devam ederek beni kendisiyle birlikte sürükleyerek yeniden muz ağlayan çocuk ve çöpte meyve seçen yaşlının hikayesiyle unutmayacağım o markete kadar getirdiğini görüyordum.
Yeniden kazanacağında çok emin adımlarla yürüyen güzel yüzlü başkanı diğer siyasiler gibi uydu üzerinde yayın yapan ulusal TEMPO TV’de hazırlayıp canlı olarak sunduğum, ‘Gazetecilerle Gündem’ adlı programıma davet edip, telefonunu basın müdürüne verdiren başkana başarılar dileyip oradan ayrılırken mevcut ve yeni başkanların yönettiği ülkemin 1 Nisan’dan sonraki halini düşünüyordum.
Buna neden ise çöpte meyve seçen yaşlı ve emeklilerin yanında çocuğuna muz alamadığını belirten kadının daha çok olduğu varoşlarda çıkan oyların geride kalan seçimlerde yani cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde hangi partiye gittiğiydi..
Ve aynı düşünceyle İBB adayının ortada gözükmeyen ve yaklaşan seçimlerde beklediğini değil hatta en az oyu alacağını düşündüğüm DEM’in başını çektiği muhalefetin bu seçimlerde umut bağladığı aynı emeklilerin, ‘sahaya in’ denilen Kılıçdaroğlu’na attığı kazığı aklıma gelmesiydi.
Çünkü, ‘komşu’ adlı çöp tenekesinde çürük meyveleri toplayan, çocuğuna muz alamayan annenin önünde ağladığı marketin olduğu aynı cadde üzerinde bulunan ve en çok kazananlar denen banka dış cephesini yenilerken yanı başında bulunan dükkanların bazılarının yüksek kira ödeyemediği için boşalttığı, bazılarının önün de ‘ucuzluk var’ diye karşıdaki dövizcinin önün de daha da yükselecek denen doları almak için kuyruk olduğunu da görüyor, ‘haydi hanım Baran ve gazete yazımı bekliyor..’ diyerek eve dönmek için hızlanıyordum.
ha bu arada ‘Komşu’ adlı çöp tenekesi bana ‘Komşu’ diye dergi çıkaran Şişli’deki ağ saçlının da pılını, pırtısını toplayıp, siyaset çöplüğüne çoktan gittiğini, sıranın yollarında güller değil, çöp, çukur ve çıkar olduğu memleketimde ki saz çalan bir evi bile olmayan ama evi, işi olan rakiplerine kızan Ağustos böceğinde olduğunun haberini alıyordum…